AÇIK BİLİM ÇAĞINDA PATENT PARADOKSU
- TKD Istanbul Subesi
- 31 Eki
- 3 dakikada okunur

Bilginin üretimi, insanlık tarihi boyunca belki de hiç bu kadar kolay olmamıştı. Açık erişim makaleler, dergiler, veri havuzları ve açık atıf standartları sayesinde araştırma çıktıları her zamankinden daha hızlı ve daha geniş kitlelere ulaşıyor. “Paylaşım” artık bilimin temel etiklerinden biri hâline gelmiş durumda. Ancak bir soru hâlâ cevabını arıyor:
Bilgiyi açık hâle getirmek, onu koruma hakkımızı elden alır mı?
Bir araştırma verisinin ya da buluşun kamuya açıklanması, patent hukukunda “yenilik” şartının ortadan kalkmasına neden olabilir. Bu da demektir ki, açık bilim ilkesine bağlı kalarak yayımladığınız bir veri, patentlenemez hâle gelebilir. Peki o zaman açık bilimle fikrî mülkiyet hakları birbirinin zıttı mıdır? Yoksa görünenden daha karmaşık bir ilişki mi söz konusudur?
Açık Bilim ve Fikri Mülkiyet Arasındaki Gerilim
Bilim tarihi, insanlığın merakını paylaşma arzusu ile onu koruma güdüsü arasındaki ince çizgide ilerlemiştir. “Açık bilim” bu çizginin paylaşım yönünü temsil etmektedir. Bilgi üretildikçe serbestçe dolaşmalı, sınır tanımadan yayılmalı ve insanlığın ortak mirasına katkı sağlamalıdır. Ancak bilgi, yalnızca paylaşıldığında değil, uygulamaya dönüştüğünde de topluma hizmet eder ve işte tam burada “fikri mülkiyet” devreye girer.
Patent sistemi ilk bakışta açık bilime karşıymış gibi görünür. Bilgiyi sınırlar, erişimi kısıtlar, onu “kamu malı” olmaktan çıkarır. Oysa daha derin bir bakış, bu iki yaklaşımın aslında aynı amaca hizmet ettiğini gösterir: bilgiyi değere dönüştürmek. Açık bilim bilgiyi çoğaltırken, patent sistemi onu koruyarak sürdürülebilir hâle getirir. Bu iki yaklaşım, insanlığın bilgiye dair iki kadim değerini temsil eder: paylaşma sorumluluğu ve sahiplenme hakkı.
Açık bilim ve fikri mülkiyet arasındaki gerilim, aslında modern bilimin vicdanıdır. Bizi sürekli olarak “ne zaman paylaşmalı, ne zaman korumalıyız?” sorusuyla yüzleştirir.
Patentlerin Açık Bilime Katkısı – Gözden Kaçan Akademik Değer
Bugün akademik çıktı denildiğinde patentler çoğu zaman bu listenin dışında kalır. Oysa patent, yalnızca bir fikri mülkiyet belgesi değil, aynı zamanda yüksek nitelikli, doğrulanmış, teknik bir bilgi kaynağıdır.
Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) verilerine göre her yıl yayımlanan milyonlarca patent belgesinin büyük çoğunluğu kamuya açık olarak erişilebilirdir. Bu belgeler yalnızca bir teknolojinin nasıl çalıştığını anlatmaz; aynı zamanda henüz akademik literatürde yer almamış, erken dönem yenilik bilgisini de içerir. Yani bir bilim insanı yalnızca akademik makalelere bakarak alanındaki yeniliklerin tamamını göremez. Ayrıca patent literatürü, açık bilim ilkeleriyle çelişmez; aksine onu tamamlar. Açık bilim bilgiye erişimi kolaylaştırırken, patentler bilginin nasıl çalıştığını, nasıl uygulanabileceğini ve hangi sınırların ötesine geçildiğini gösterir. Akademik dünyada patentleri göz ardı etmek, devasa bir bilgi okyanusunu görmezden gelmek anlamına gelir.
Patent verilerine erişim ve araştırma süreçlerinde en sık başvurulan resmî kaynaklar arasında Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) tarafından sunulan PATENTSCOPE, Avrupa Patent Ofisi’nin (EPO) Espacenet platformu, Amerika Birleşik Devletleri Patent ve Marka Ofisi (USPTO) veri tabanı, Japonya, Çin, Kanada patent ofisleri ve Türkiye’deki Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) gösterilebilir. Peki, araştırma süreçlerimizde bu devasa bilgi kaynaklarını ne kadar etkin kullanıyor ve açık bilimin görünmeyen yüzünü gerçekten ne kadar görüyoruz?
Paylaşmak mı, Korumak mı?
Açık bilim ve patentler arasındaki ilişkiyi sadece bir çatışma olarak görmek, gerçeğin yalnızca yarısını görmektir. Çünkü her bilimsel bilgi iki yolculuğa çıkar: Biri özgürce dolaşır ve başkalarının düşüncelerine ilham verir; diğeri korunur, geliştirilir ve bir teknolojinin, tedavinin ya da çözümün temelini oluşturur. Belki de açık bilimin geleceği, bilgiyi ya paylaşmak ya da korumak arasında bir seçim yapmakta değil, bilgiyi hem paylaşarak çoğaltmak hem de koruyarak derinleştirmek arasında bir sentez kurmaktır.
Açık bilimi ve açık veriyi savunmak, bilginin serbest dolaşımını savunmak kadar, onun hukuki kaderini de anlamayı gerektirir. Bu nedenle, her araştırmacı ve akademisyen öncelikle 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun 82, 83 ve 84. maddelerini bilmeli ve bu çerçevede hareket etmelidir. Zira bu maddelere aykırı davranışlar, bir bilginin “yenilik” niteliğini ortadan kaldırarak onun patentlenebilirliğini tamamen yok edebilir. Aynı şekilde, yükseköğretim kurumlarında görev yapan herkes için Madde 121 yalnızca bir yasal zorunluluk değil, aynı zamanda bilginin mülkiyet yolculuğundaki en kritik duraklardan biridir. Belki de asıl soru şu:
“Bilgiyi yayımlamadan önce onu korumanın kurallarını bilmezsek, gerçekten açık bilimi savunmuş sayılabilir miyiz?”



