top of page

KÜTÜPHANECİLİKTEN YARATICI OKUMAYA: BİR CÜMLEDEN BİR EVREN KURMAK

“Okuma bir eylem değil, bir diyalogdur.” Çiğdem Odabaşı


Çiğdem Odabaşı               Çiğdem Odabaşı Eğitim Danışmanlık                            Fotoğraf @ Kadir İncesu / TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı 2024
Çiğdem Odabaşı Çiğdem Odabaşı Eğitim Danışmanlık Fotoğraf @ Kadir İncesu / TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı 2024

Eski bir kütüphaneci olarak, Çiğdem Odabaşı, okuma kültürünü yeniden anlamlandıran  Yaratıcı Okuma yaklaşımını anlatıyor. 


Kütüphanelerin sessiz rafları arasında başlayan bu yolculuk, zamanla kitapla kurulan  ilişkinin biçimini değiştirdi. 


Odabaşı, kütüphanecilik, çocuk gelişimi ve yaratıcı drama disiplinlerinden beslenerek  geliştirdiği “Yaratıcı Okuma” metoduyla, okumayı bir etkinlikten çok bir yaşantı hâline  getiriyor. Okurla metin arasındaki bu canlı diyaloğun merkezinde ise daima aynı soru  var: 

“Bir cümleden nasıl bir evren kurarız?” 



1. Kütüphanelerle başlayan yolculuğun, seni “Yaratıcı Okuma” yöntemine nasıl  götürdü? 




Benim için her şey, kütüphanenin sessizliğinde başladı. O sessizlikte, sadece kitapların  değil, insanların da hikâyelerini duymayı öğrendim. 


Kütüphanecilik bana bilgiyi sınıflandırmayı değil, anlamın katmanlarını fark etmeyi  öğretti. Raflar arasında sadece kitaplar değil, sayfaların arasında saklanan duyular,  duygular ve imgeler vardı. Yıllar içinde fark ettim ki, okuma eylemi yalnızca gözle değil;  bedenle, sesle, duyguyla, hatta mekânla da gerçekleşiyor. 


Kütüphaneci olarak çalıştığım yıllarda Uluslararası Bakalorya (IB) sisteminin PYP ve  MYP programlarının içinde yer alma şansım oldu. 


Bu sistemin disiplinler arası düşünme yapısı, Yaratıcı Okuma yaklaşımının ilk  tohumlarını attı diyebilirim. Orada öğrendim ki bilgi, bir dersin konusu değil; bağlantı  kurma biçimidir. Bu nedenle kütüphane, benim için sadece bir çalışma alanı değil, bir  laboratuvardı; okumanın doğasını yeniden keşfettiğim yerdi. 


2. “Yaratıcı Okuma”yı senin dilinden duymak isteriz. Bu kavram senin için neyi  ifade ediyor? 


Yaratıcı Okuma, bir metni yalnızca anlamak değil; onunla düşünmek, hissetmek, hatta  birlikte üretmektir. Okur, metnin pasif bir takipçisi değil, eş-yaratıcısı olur.


Bir çocuğun bir cümleden kendi oyununu kurması, bir öğretmenin bir şiiri sınıfın  duvarına dönüştürmesi, bir yetişkinin bir hikâyede kendi sesini duyması… işte Yaratıcı  Okuma tam da bu alanlarda hayat bulur. 


Benim için bu yöntem, okuma kültürünü yeniden anlamlandırmanın bir yoludur; çünkü  okumak, bilgiye ulaşmak kadar içsel bir diyalog başlatmaktır. Yaratıcı Okuma, o diyaloğu  mümkün kılar. 


3. Bu yöntemi geliştirirken hangi alanlardan beslendin? 


Benim yolculuğum çok disiplinli bir zeminde ilerledi. Kütüphanecilik, bilgiye erişim ve  düzen kurma becerimi besledi. Çocuk gelişimi, okurun yaşa göre dünyayı algılama  biçimini anlamamı sağladı. Yaratıcı drama, bedeni ve eylemi okumaya dahil etti. Sanat  eğitimi, görsel okuma ve duyusal farkındalık kazandırdı. 


IB müfredatındaki PYP–MYP yaklaşımları sayesinde disiplinler arası düşünmeyi, “tema  üzerinden anlam kurma” becerisiyle birleştirdim. 


Psikodrama, şiddetsiz iletişim, derin demokrasi ve dans, doğaçlama, beden dili gibi  yöntemlerle okumanın duygusal ve bedensel boyutlarını güçlendirdim. 


Ayrıca Points of You, İkigai ve Torrance Yaratıcı Düşünme Testleri gibi farklı araçları da  yapının içine yerleştirerek yöntemi ölçülebilir, izlenebilir ve derinlemesine  değerlendirilebilir bir modele dönüştürdüm. 


Tüm bu alanlar birleşince “okuma” artık sadece bir beceri değil, bir varoluş pratiği  haline geldi. Bu sayede Yaratıcı Okuma atölyeleri hem sistemli hem sezgisel bir metodun  buluştuğu noktada doğdu diyebilirim. 


4. Uygulama alanlarında nasıl bir etki gözlemliyorsun? 


Yaratıcı Okuma uygulandığı her ortamda dönüşüm başlatıyor. Bir çocukta merak  kıvılcımı yakarken, bir öğretmende anlatma biçimini değiştiriyor; bir kurumda ise  öğrenme kültürünü yeniden tanımlıyor. 


Okul sınıflarında, müzelerde, kütüphanelerde, festivallerde ve kurumlarda bu yöntemi  uyguladığımda görüyorum ki; okuma artık bir etkinlik değil, bir deneyim hâline geliyor. Katılımcılar kitabın içindekini değil, kendi içindekini keşfediyor. 


Türkiye’nin pek çok farklı ilinde yaptığım atölyelerde, öğretmenlerle ve öğrencilerle  birlikte ihtiyaç analizleri yaparak yöntemi sürekli yeniden biçimlendirdim. 


Her yaş grubunun, her kurumun farklı bir “okuma haritası” var. Bu sayede Yaratıcı  Okuma, sahada yaşayan, dönüşen, okurun gözünden yeniden tanımlanan bir sistem  hâline geldi.


Bir çocuğun “Ben de bu hikâyeyi yazabilirim” dediği an, ya da bir öğretmenin “Okuma  artık benim için bir diyalog” dediği o farkındalık, yöntemin en güçlü çıktısı oluyor. Yani  etki, ölçülebilir olduğu kadar hissedilebilir de: yaratıcılık, empati ve ifade gücü artıyor. 


5. Kütüphaneler açısından “Yaratıcı Okuma” neden önemli? 


Çünkü kütüphaneler artık sadece kitapların saklandığı değil, anlamın üretildiği yerler. Yaratıcı Okuma, kütüphaneleri sessiz alanlardan etkileşimli, üretken alanlara  dönüştürür. 


Bir çocuğun hikâyeyi canlandırdığı, bir yetişkinin kendi deneyimini paylaştığı, bir  grubun birlikte düşündüğü o anlar, kütüphanenin yaşayan bir mekâna dönüşmesini  sağlar. Benim için kütüphane her zaman bir yaşam merkezi oldu. 


Kolej kütüphanesinde çalıştığım yıllarda, araştırma tekniklerinden sözlük kullanımına  kadar tüm süreçleri yaratıcı bir yaklaşımla ele aldım. Sözlük kullanımını yalnızca bir  beceri olarak değil, bir yaratım alanı olarak gördüm. Öğrencilerimle birlikte, sözlükten  rastgele seçilen kelimelerle şiirler yazdık; o şiirleri modern dans, sahne ve müzikle  buluşturduk. Yani sadece tanıklık etmedim o sürecin yaratıcı eğitmenliğini üstlendim. 


Kütüphaneci kimliğim, bu süreçte sanatı, dili, müziği ve bedeni birleştiren bir rehberliğe  dönüştü. Yaratıcı Okuma perspektifinden bakınca, kütüphanedeki her araç bir sözlük, bir  ansiklopedi, bir dergi, bir hikâye kitabı aslında potansiyel bir sahneye dönüşüyor. Çünkü  

okumak, yalnızca sessiz bir eylem değil; düşüncenin, duygunun ve hareketin birlikte  aktığı bir süreçtir. 


Bugün araştırma tekniklerinden bilgi okuryazarlığına, medya okuryazarlığından kültürel  farkındalığa kadar her alanda Yaratıcı Okuma yaklaşımını uygulamak mümkün. Bu  yöntem, duygusal, sezgisel ve bilişsel öğrenmeyi aynı anda harekete geçirir. 


Kütüphaneciler böylece yalnızca bilgiye aracılık eden değil, okuma kültürünü yaşayan  bir deneyime dönüştüren rehberlere dönüşür. Artık biliyoruz ki kütüphaneler; duvarları,  kitapların yaydığı enerjiyle, insanın hayal gücüyle birleştiğinde birer yaşayan organizma hâline gelir. 


Yaratıcı Okuma, bu dönüşümün dilini kurar: kütüphaneyi bir raflar sistemi olmaktan  çıkarır, düşünmenin, hissetmenin ve üretmenin mekânı hâline getirir. 


6. Yönteminin özgünlüğü nerede gizli sence? 


Sanırım özgünlük, disiplinler arasındaki geçişlerde gizli. Yaratıcı Okuma, bir yandan  ölçülebilir bir metot - Torrance gibi yaratıcı düşünme göstergeleriyle takip edilebiliyor. Öte yandan sezgisel ve insani, her yaş grubuna, her ortama, hatta her okura göre yeniden  biçimleniyor. Bir model sunuyor ama kalıba hapsetmiyor.


Bu yöntem, drama, sanat, doğa, psikoloji, iletişim ve bilimin kesiştiği noktada nefes  alıyor. Okuru sadece “okuyan” değil, “duyan, düşünen, hisseden, yeniden kuran” bir  varlığa dönüştürüyor. Belki de en önemlisi: Yaratıcı Okuma, her bireye kendi iç sesini  duyma alanı açıyor. 


7. Yaratıcı Okuma, okuma kültürüne nasıl bir gelecek vizyonu sunuyor? 


Okuma artık yalnızca bilgi edinmenin değil, birlikte düşünmenin bir yolu. Benim için  Yaratıcı Okuma, okuma kültürünün geleceğinde köprü kuran bir yaklaşım: bir yanda  dijital çağın hızına, diğer yanda insanın derinlik arayışına cevap veriyor. 


Okurla metin arasına “deneyim”i yerleştiriyor. Çünkü çocuk ya da yetişkin fark  etmeksizin, hepimiz anlamı birlikte kurmaya, dokunmaya, hissetmeye ihtiyaç  duyuyoruz. Bu yöntem, okuma kültürünü zihinsel bir süreçten duyusal bir sürece  dönüştürüyor; yani “okuyan göz”den “duyan kalp”e doğru bir geçiş yaratıyor. 


Geleceğin kütüphanelerinde, sınıflarında ve kültür merkezlerinde; kitabın yalnızca bir  nesne değil, bir yaşantı olduğunu hatırlatan bir yaklaşım bu. 


8. Hayalindeki kütüphane nasıl olurdu? Yaratıcı Okuma’nın gözünden bir kütüphane  tasarlasaydın, içinde neler olurdu? 


Benim hayalimdeki kütüphane, sadece kitapların değil, hayatın da okunduğu bir yer  olurdu. Sessizliğin değil, anlamın yankılandığı bir mekân…Orada kitap sayfalarının sesi,  toprağın kokusu, müziğin ritmi, çocukların kahkahası birbirine karışır. Kütüphane artık  bilgi depolayan değil; yaşamı, doğayı ve kültürü yeniden anlamlandıran bir alan hâline  gelir. 


Bu hayalimi 2007 yıllarında deneyimledim. Bir okul kütüphanesinde öğrencilerimle  birlikte “Hayalimdeki Kütüphane” adlı bir atölye yaptım. Yaratıcı drama yöntemiyle  öğrenciler kendi kütüphanelerini tasarladılar; duygularla, renklerle, doğadan  topladıkları nesnelerle kurdular. O çalışmayı bir kongrede sunmak benim için çok  önemliydi. Çünkü o gün anladım ki, bir kütüphaneyi hayal etmek aslında bir toplumu  hayal etmek demek. 


Benim kütüphanem ekolojik bir yaklaşım üzerine kuruludur. Bilgi yalnızca kitaplarda  değil; bir çiçekte, bir duvarda, bir taşta, bir ses dalgasında da saklıdır. O yüzden  kütüphane, doğayı içeriye alan, yaşamı hissederek öğrenmeye olanak tanıyan bir yer  olmalı. 


Her köşesinde bir bilginin izi vardır: kültürel hafıza kitaplarda, seslerde, görüntülerde,  dokularda yaşar. Bir duvardaki yosunla bir satırdaki fikir arasında bağ kurabiliriz.  Her  şey “öğreten” ve “anlam taşıyan” bir bütüne dönüşür.


Bu kütüphane, her bireyin değerli ve görünür olduğu; büyük, kapsayıcı bir çemberin  parçası gibi tasarlanır. Kütüphane yalnızca bilgiye değil, çeşitliliğe ve birlikte öğrenmeye  de alan açar. Benim için bu, bir yaşam ekosistemidir: içinde düşünce kadar nefes,  öğrenme kadar hayal, bilgi kadar sezgi vardır. 


Teknoloji bu yapının dışında değil, doğanın ritmiyle uyumlu bir biçimde içindedir;  bilgiye köprü kurar ama insana dokunan tarafını kaybettirmez. Dışarıdan bakıldığında  kütüphane, toprağa kök salmış bir ağaç evi andırır. 


Duvarları cam değil, ışığı süzen ahşap panellerle örülüdür; rüzgâr içeri girer, kuş sesleri  tavan arasında yankılanır. Çatısı gökyüzüyle birleşir, ortasında küçük bir bahçe vardır. İçeriye giren herkes bir yaprağa, bir sese, bir sayfaya dokunur ve o anda öğrenmenin  yaşamın kendisi olduğunu hisseder. 


Benim hayalimdeki kütüphane, bir binadan çok bir organizmadır. Orada fikirler  filizlenir, duygular yankılanır, insanlar birbirine temas eder. Her şeyin ortak dili, yine  okumadır ama bu kez kitaplardan değil, hayattan okunan bir okuma. 


9. Kütüphanecilere, öğretmenlere ve okuma kültürüyle ilgilenenlere nasıl bir  çağrın olurdu? 


Bir kitabı raftan almakla başlar her şey. Onu açmak, kendini açmaktır aslında. Benim  çağrım, kitapları sadece tanıtmak değil; onlarla yaşayan, düşünen, tartışan ve  dönüştüren bir alan yaratmak yönünde. 


Kütüphaneciler, öğretmenler ve okuma kültürüne gönül veren herkes bu dönüşümün  anahtarı. Çünkü bir kitabı bir çocuğa “nasıl okuttuğumuz”, o çocuğun dünyayı “nasıl  göreceğini” belirliyor. 


Yaratıcı Okuma, bu bakışın yeniden inşa edilmesi için bir davet. Okumayı bir beceri  değil, bir varoluş pratiği olarak yeniden düşünelim. Unutmadan: her kitabın içinde,  keşfedilmeyi bekleyen bir “biz” var. 


bottom of page