KÜTÜPHANECİLİKTEN YARATICI OKUMAYA: BİR CÜMLEDEN BİR EVREN KURMAK
- TKD Istanbul Subesi
- 31 Eki
- 6 dakikada okunur
“Okuma bir eylem değil, bir diyalogdur.” Çiğdem Odabaşı

Eski bir kütüphaneci olarak, Çiğdem Odabaşı, okuma kültürünü yeniden anlamlandıran Yaratıcı Okuma yaklaşımını anlatıyor.
Kütüphanelerin sessiz rafları arasında başlayan bu yolculuk, zamanla kitapla kurulan ilişkinin biçimini değiştirdi.
Odabaşı, kütüphanecilik, çocuk gelişimi ve yaratıcı drama disiplinlerinden beslenerek geliştirdiği “Yaratıcı Okuma” metoduyla, okumayı bir etkinlikten çok bir yaşantı hâline getiriyor. Okurla metin arasındaki bu canlı diyaloğun merkezinde ise daima aynı soru var:
“Bir cümleden nasıl bir evren kurarız?”
1. Kütüphanelerle başlayan yolculuğun, seni “Yaratıcı Okuma” yöntemine nasıl götürdü?
Benim için her şey, kütüphanenin sessizliğinde başladı. O sessizlikte, sadece kitapların değil, insanların da hikâyelerini duymayı öğrendim.
Kütüphanecilik bana bilgiyi sınıflandırmayı değil, anlamın katmanlarını fark etmeyi öğretti. Raflar arasında sadece kitaplar değil, sayfaların arasında saklanan duyular, duygular ve imgeler vardı. Yıllar içinde fark ettim ki, okuma eylemi yalnızca gözle değil; bedenle, sesle, duyguyla, hatta mekânla da gerçekleşiyor.
Kütüphaneci olarak çalıştığım yıllarda Uluslararası Bakalorya (IB) sisteminin PYP ve MYP programlarının içinde yer alma şansım oldu.
Bu sistemin disiplinler arası düşünme yapısı, Yaratıcı Okuma yaklaşımının ilk tohumlarını attı diyebilirim. Orada öğrendim ki bilgi, bir dersin konusu değil; bağlantı kurma biçimidir. Bu nedenle kütüphane, benim için sadece bir çalışma alanı değil, bir laboratuvardı; okumanın doğasını yeniden keşfettiğim yerdi.
2. “Yaratıcı Okuma”yı senin dilinden duymak isteriz. Bu kavram senin için neyi ifade ediyor?
Yaratıcı Okuma, bir metni yalnızca anlamak değil; onunla düşünmek, hissetmek, hatta birlikte üretmektir. Okur, metnin pasif bir takipçisi değil, eş-yaratıcısı olur.
Bir çocuğun bir cümleden kendi oyununu kurması, bir öğretmenin bir şiiri sınıfın duvarına dönüştürmesi, bir yetişkinin bir hikâyede kendi sesini duyması… işte Yaratıcı Okuma tam da bu alanlarda hayat bulur.
Benim için bu yöntem, okuma kültürünü yeniden anlamlandırmanın bir yoludur; çünkü okumak, bilgiye ulaşmak kadar içsel bir diyalog başlatmaktır. Yaratıcı Okuma, o diyaloğu mümkün kılar.
3. Bu yöntemi geliştirirken hangi alanlardan beslendin?
Benim yolculuğum çok disiplinli bir zeminde ilerledi. Kütüphanecilik, bilgiye erişim ve düzen kurma becerimi besledi. Çocuk gelişimi, okurun yaşa göre dünyayı algılama biçimini anlamamı sağladı. Yaratıcı drama, bedeni ve eylemi okumaya dahil etti. Sanat eğitimi, görsel okuma ve duyusal farkındalık kazandırdı.
IB müfredatındaki PYP–MYP yaklaşımları sayesinde disiplinler arası düşünmeyi, “tema üzerinden anlam kurma” becerisiyle birleştirdim.
Psikodrama, şiddetsiz iletişim, derin demokrasi ve dans, doğaçlama, beden dili gibi yöntemlerle okumanın duygusal ve bedensel boyutlarını güçlendirdim.
Ayrıca Points of You, İkigai ve Torrance Yaratıcı Düşünme Testleri gibi farklı araçları da yapının içine yerleştirerek yöntemi ölçülebilir, izlenebilir ve derinlemesine değerlendirilebilir bir modele dönüştürdüm.
Tüm bu alanlar birleşince “okuma” artık sadece bir beceri değil, bir varoluş pratiği haline geldi. Bu sayede Yaratıcı Okuma atölyeleri hem sistemli hem sezgisel bir metodun buluştuğu noktada doğdu diyebilirim.
4. Uygulama alanlarında nasıl bir etki gözlemliyorsun?
Yaratıcı Okuma uygulandığı her ortamda dönüşüm başlatıyor. Bir çocukta merak kıvılcımı yakarken, bir öğretmende anlatma biçimini değiştiriyor; bir kurumda ise öğrenme kültürünü yeniden tanımlıyor.
Okul sınıflarında, müzelerde, kütüphanelerde, festivallerde ve kurumlarda bu yöntemi uyguladığımda görüyorum ki; okuma artık bir etkinlik değil, bir deneyim hâline geliyor. Katılımcılar kitabın içindekini değil, kendi içindekini keşfediyor.
Türkiye’nin pek çok farklı ilinde yaptığım atölyelerde, öğretmenlerle ve öğrencilerle birlikte ihtiyaç analizleri yaparak yöntemi sürekli yeniden biçimlendirdim.
Her yaş grubunun, her kurumun farklı bir “okuma haritası” var. Bu sayede Yaratıcı Okuma, sahada yaşayan, dönüşen, okurun gözünden yeniden tanımlanan bir sistem hâline geldi.
Bir çocuğun “Ben de bu hikâyeyi yazabilirim” dediği an, ya da bir öğretmenin “Okuma artık benim için bir diyalog” dediği o farkındalık, yöntemin en güçlü çıktısı oluyor. Yani etki, ölçülebilir olduğu kadar hissedilebilir de: yaratıcılık, empati ve ifade gücü artıyor.
5. Kütüphaneler açısından “Yaratıcı Okuma” neden önemli?
Çünkü kütüphaneler artık sadece kitapların saklandığı değil, anlamın üretildiği yerler. Yaratıcı Okuma, kütüphaneleri sessiz alanlardan etkileşimli, üretken alanlara dönüştürür.
Bir çocuğun hikâyeyi canlandırdığı, bir yetişkinin kendi deneyimini paylaştığı, bir grubun birlikte düşündüğü o anlar, kütüphanenin yaşayan bir mekâna dönüşmesini sağlar. Benim için kütüphane her zaman bir yaşam merkezi oldu.
Kolej kütüphanesinde çalıştığım yıllarda, araştırma tekniklerinden sözlük kullanımına kadar tüm süreçleri yaratıcı bir yaklaşımla ele aldım. Sözlük kullanımını yalnızca bir beceri olarak değil, bir yaratım alanı olarak gördüm. Öğrencilerimle birlikte, sözlükten rastgele seçilen kelimelerle şiirler yazdık; o şiirleri modern dans, sahne ve müzikle buluşturduk. Yani sadece tanıklık etmedim o sürecin yaratıcı eğitmenliğini üstlendim.
Kütüphaneci kimliğim, bu süreçte sanatı, dili, müziği ve bedeni birleştiren bir rehberliğe dönüştü. Yaratıcı Okuma perspektifinden bakınca, kütüphanedeki her araç bir sözlük, bir ansiklopedi, bir dergi, bir hikâye kitabı aslında potansiyel bir sahneye dönüşüyor. Çünkü
okumak, yalnızca sessiz bir eylem değil; düşüncenin, duygunun ve hareketin birlikte aktığı bir süreçtir.
Bugün araştırma tekniklerinden bilgi okuryazarlığına, medya okuryazarlığından kültürel farkındalığa kadar her alanda Yaratıcı Okuma yaklaşımını uygulamak mümkün. Bu yöntem, duygusal, sezgisel ve bilişsel öğrenmeyi aynı anda harekete geçirir.
Kütüphaneciler böylece yalnızca bilgiye aracılık eden değil, okuma kültürünü yaşayan bir deneyime dönüştüren rehberlere dönüşür. Artık biliyoruz ki kütüphaneler; duvarları, kitapların yaydığı enerjiyle, insanın hayal gücüyle birleştiğinde birer yaşayan organizma hâline gelir.
Yaratıcı Okuma, bu dönüşümün dilini kurar: kütüphaneyi bir raflar sistemi olmaktan çıkarır, düşünmenin, hissetmenin ve üretmenin mekânı hâline getirir.
6. Yönteminin özgünlüğü nerede gizli sence?
Sanırım özgünlük, disiplinler arasındaki geçişlerde gizli. Yaratıcı Okuma, bir yandan ölçülebilir bir metot - Torrance gibi yaratıcı düşünme göstergeleriyle takip edilebiliyor. Öte yandan sezgisel ve insani, her yaş grubuna, her ortama, hatta her okura göre yeniden biçimleniyor. Bir model sunuyor ama kalıba hapsetmiyor.
Bu yöntem, drama, sanat, doğa, psikoloji, iletişim ve bilimin kesiştiği noktada nefes alıyor. Okuru sadece “okuyan” değil, “duyan, düşünen, hisseden, yeniden kuran” bir varlığa dönüştürüyor. Belki de en önemlisi: Yaratıcı Okuma, her bireye kendi iç sesini duyma alanı açıyor.
7. Yaratıcı Okuma, okuma kültürüne nasıl bir gelecek vizyonu sunuyor?
Okuma artık yalnızca bilgi edinmenin değil, birlikte düşünmenin bir yolu. Benim için Yaratıcı Okuma, okuma kültürünün geleceğinde köprü kuran bir yaklaşım: bir yanda dijital çağın hızına, diğer yanda insanın derinlik arayışına cevap veriyor.
Okurla metin arasına “deneyim”i yerleştiriyor. Çünkü çocuk ya da yetişkin fark etmeksizin, hepimiz anlamı birlikte kurmaya, dokunmaya, hissetmeye ihtiyaç duyuyoruz. Bu yöntem, okuma kültürünü zihinsel bir süreçten duyusal bir sürece dönüştürüyor; yani “okuyan göz”den “duyan kalp”e doğru bir geçiş yaratıyor.
Geleceğin kütüphanelerinde, sınıflarında ve kültür merkezlerinde; kitabın yalnızca bir nesne değil, bir yaşantı olduğunu hatırlatan bir yaklaşım bu.
8. Hayalindeki kütüphane nasıl olurdu? Yaratıcı Okuma’nın gözünden bir kütüphane tasarlasaydın, içinde neler olurdu?
Benim hayalimdeki kütüphane, sadece kitapların değil, hayatın da okunduğu bir yer olurdu. Sessizliğin değil, anlamın yankılandığı bir mekân…Orada kitap sayfalarının sesi, toprağın kokusu, müziğin ritmi, çocukların kahkahası birbirine karışır. Kütüphane artık bilgi depolayan değil; yaşamı, doğayı ve kültürü yeniden anlamlandıran bir alan hâline gelir.
Bu hayalimi 2007 yıllarında deneyimledim. Bir okul kütüphanesinde öğrencilerimle birlikte “Hayalimdeki Kütüphane” adlı bir atölye yaptım. Yaratıcı drama yöntemiyle öğrenciler kendi kütüphanelerini tasarladılar; duygularla, renklerle, doğadan topladıkları nesnelerle kurdular. O çalışmayı bir kongrede sunmak benim için çok önemliydi. Çünkü o gün anladım ki, bir kütüphaneyi hayal etmek aslında bir toplumu hayal etmek demek.
Benim kütüphanem ekolojik bir yaklaşım üzerine kuruludur. Bilgi yalnızca kitaplarda değil; bir çiçekte, bir duvarda, bir taşta, bir ses dalgasında da saklıdır. O yüzden kütüphane, doğayı içeriye alan, yaşamı hissederek öğrenmeye olanak tanıyan bir yer olmalı.
Her köşesinde bir bilginin izi vardır: kültürel hafıza kitaplarda, seslerde, görüntülerde, dokularda yaşar. Bir duvardaki yosunla bir satırdaki fikir arasında bağ kurabiliriz. Her şey “öğreten” ve “anlam taşıyan” bir bütüne dönüşür.
Bu kütüphane, her bireyin değerli ve görünür olduğu; büyük, kapsayıcı bir çemberin parçası gibi tasarlanır. Kütüphane yalnızca bilgiye değil, çeşitliliğe ve birlikte öğrenmeye de alan açar. Benim için bu, bir yaşam ekosistemidir: içinde düşünce kadar nefes, öğrenme kadar hayal, bilgi kadar sezgi vardır.
Teknoloji bu yapının dışında değil, doğanın ritmiyle uyumlu bir biçimde içindedir; bilgiye köprü kurar ama insana dokunan tarafını kaybettirmez. Dışarıdan bakıldığında kütüphane, toprağa kök salmış bir ağaç evi andırır.
Duvarları cam değil, ışığı süzen ahşap panellerle örülüdür; rüzgâr içeri girer, kuş sesleri tavan arasında yankılanır. Çatısı gökyüzüyle birleşir, ortasında küçük bir bahçe vardır. İçeriye giren herkes bir yaprağa, bir sese, bir sayfaya dokunur ve o anda öğrenmenin yaşamın kendisi olduğunu hisseder.
Benim hayalimdeki kütüphane, bir binadan çok bir organizmadır. Orada fikirler filizlenir, duygular yankılanır, insanlar birbirine temas eder. Her şeyin ortak dili, yine okumadır ama bu kez kitaplardan değil, hayattan okunan bir okuma.
9. Kütüphanecilere, öğretmenlere ve okuma kültürüyle ilgilenenlere nasıl bir çağrın olurdu?
Bir kitabı raftan almakla başlar her şey. Onu açmak, kendini açmaktır aslında. Benim çağrım, kitapları sadece tanıtmak değil; onlarla yaşayan, düşünen, tartışan ve dönüştüren bir alan yaratmak yönünde.
Kütüphaneciler, öğretmenler ve okuma kültürüne gönül veren herkes bu dönüşümün anahtarı. Çünkü bir kitabı bir çocuğa “nasıl okuttuğumuz”, o çocuğun dünyayı “nasıl göreceğini” belirliyor.
Yaratıcı Okuma, bu bakışın yeniden inşa edilmesi için bir davet. Okumayı bir beceri değil, bir varoluş pratiği olarak yeniden düşünelim. Unutmadan: her kitabın içinde, keşfedilmeyi bekleyen bir “biz” var.



